Yürüyorum tekrar aynı mekanda ona doğru , sokaklardan geçerken baharat kokuları bölüyor nefesimi .Yollar ona çıkıyor ben ona giden yolları adımlıyorum bir seher vakti..Belki vakit geçirmek için yapıyorum bunu, belki de ona olan özlemimi dindirmek için , mesafeler ve Ah vakit diyorum çaresizliğime.Eskiden kalma zamanların tılsımı sarıyor bedenimi ,bu diyorum ,aradığım bu olsa gerek.El değmemiş bir sevdanın en onulmazından olmalı bu.Hicabından iki büklüm bir çift göz.Titreyen sesler ve eller.Susma meclisinde gül sancısı çekiyoruz.Karşımda o ve ben.Bir rüya aralığında her şey durmuş sanki.Konuşursak her şey bozulacak gibi .Yürüyoruz güz ,yağmur ,gül ve ben .Kaldıramıyorum başımı ,gözgöze gelmek aşkın doğasına aykırı diyor şair.Bende bakamıyorum zaten..Onun sıcacık bakışlarını hissediyorum sadece..Sezai Karakoç'un dizeleri düşüyor aklıma
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüregime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Susmamız daha çok şey anlatıyor konuşmamızdan, ben yürüyorm o yürüyor ,zaman yürüyor ve demleniyoruz sonbaharın en mesut Cuma gününde..Sonra Zeynep Sultan camiinde Rahman a el açıyoruz birlikte . Halimizi arz ediyoruz yaradana , dualarda buluşuyoruz tekrardan.Rüyamı bu Allah ım diyorum vakit nasıl geçmiş anlamadım.Dünya küçülüyor gözümde ,elması ,zümrüdü ve sıcak yataklar siliniyor zihnimden.Bir lokma bir hırka ve aşk iklimi kafi gibi geliyor.Soframız peygamber sofrası evimiz hanei mutluluk olsun istiyorum..Onun rızası kuşatsın bizi..Bir gece vakti açlık yüzünden dostlarla sokaklarda karşılaşmak geçiyor içimden..Onun rızası için çalışmak kazanmak ve hepsini onun yoluna harcamak tekrardan..
Yine aynı sessizlikte yürüyoruz , her vakit dolu olan bu park ne kadar da boş bugün.O ve ben dünya durmuş da bizi izliyor sanki ,süküt meclislerinde iki yaren.Onun titrek sesi bozuyor kimi sessizliğimizi o konuştukça ben heyecanlanıyorum.Sonra titreyen elleri geliyor aklıma ..Bir güvercin çaresziliği beliriyor dudağımda.Onun hali savuruyor ruhumu ,sonbahar yapraklarıyla beraber.Üşüyorum..Bir mum aleviyle tutuşan yüreğim tüm vucuduma kan değil ateş pompalıyor artık , ellerim üşüyor yüzüm yanıyor Allah ım yardım et..

“Taşta
bir görüntü uyuklar, görüntülerimin görüntüsü,, Nietzsche
Sensizlik bir şehir olsaydı dedim,
Sensizdim, o şehri yakmaya geldim…
Evdeki hesabın çarşıya uymayan yüzüydü bana aşk dedikleri. Ekim’e sevdalı bir eylül güneşi tepemde. Yaramaz çocuklar gibi. içim üşüyor bu aralar. içsizim ya ! Güneşe bile tezat oluyorum. Aşk’ta bir türlü dikiş tutturamıyor ellerim. Hiçbir söz’de düğüm olamıyorum. Her gün batımında gözlerime bir bulut oturuyor gözyaşından bozma. En sulak şiirimi giyinip atıyorum kendimi sokağa. Yıldızların uzaktan el edişi karanlığa teslim ediyor tüm bedenimi. Yokluğunu süpürecek rüzgâr erken uğruyor şehrime, penceredeki yerini alıyor kuşlar. Kuşlar susuyor bugün, ağıt artık tek konuşan. Avucumda harelenen bakışlarına bir çift göz de ben bırakıyorum. Yüzüm düşüyor adımlarımın ardına. Hoyrat bir ay ışığı yüze çıkarıyor sözlerimi. Ardımda ellerin ve yüzlerce pencere 'kal' yazıyor sessizce. Ayaklarım başucumda. Elim ayağım dolanıyor bir geçmişe. Bir heyecan ki tutup kollarımdan götürüyor beni. Gölgeme hesap veriyorum derken. Belki de gölgelediklerime. Ben güneşi hiç sevmezdim zaten bakma sen esmerliğime.
Sensizlik bir ırmak olsaydı dedim,
Sensizdim, güneşi ellerimle o nehre serdim…
Ve ne çok istedim kırmızı bir sonbahara kaçırılmayı. Biriktirdiğim tüm geceleri bohçalayıp kan rengi sabahlarda birikebilmeyi. Ve bağladığım tüm düşlerimi bir tohum gibi yüreğine saçmayı. Gelse de doğsa şu güller dedi gönlümün bahçıvanı. Göğümün yağmurlarından kaçarken yad ellerin sahrasına tutulma olur mu! Ey bahçemin hası. Biri var ki toprakta saklar yasını, gül’e verir rayihâsını. İşte şimdi saçlarıma yoğun bir sus çöküyor işte, annemin sesi bu, babamın yası ellerimde. Yapamam. gitmeliyim tekrar de. Yalnızlık göz kırpıyor delice. Telle duvakla işim yok anne. Bana müsaade. Şimdi yalnız gitmek var içimde. Tonunda bir haykırışla yollara, yolculara,sürmek veda seslerini buğulu camlara ve aşk limitini aşmak sana çıkan raylarda.
Sensizlik bir şekil olsaydı dedim,
Sensizdim, aynadaki yüze bir kurban daha verdim…
Kendi mevsiminde iğdişlenmiş baharları kovalamak istedim yıllarca. Yüzünün damarlarından akan hüzün nehirlerinde, körpe bir kızın kağıttan gemilerini yüzdürmek istemesiydi aşk bildiğim. Oysa kendi çetelesinde altı fırtınayla çizili sevdaların batığıymış bende aşk. Bilemedim ey gözünü sevdiğim kör sevgili! Gözlerinin rahlesinden sipariş ettiğim cennete bir adım kaldı. Şimdi pusulasız kaptanları kıskandıracak kadar yolsuz, ayakları sırça gürzlerle doğranmış inatçı korsanlar kadar yolcuyum. Bana su ver ey sâkilerin elinde tutuşturduğu mübarek düş buhurdanı! Şaraba iman etmeyen kadınların boynundaki ilmeğin son düğümünü ıslatmak yakışır sana. Sende suya olan muhtaciyetimi gideren rutubetinden sâdır olmadı bendeki aşk. Dünya bir çöl olsaydı, yüreğim tekrar sende yüzdürürdü kağıttan gemisini, bilesin.
Sensizlik bir cennet olsaydı dedim,
Sensizdim, cehenneme bir bilet daha kestim.
Emanet bir öyküyü heybeme alıp, aşkı azık eden kervanların kuyruğuna gidiyorum. Yusuf’umu göreyim istiyorum zelil bir kum fırtınasında. Ne olur Allah’ım, göreyim ellerime değen keskin bıçakların müsebbibi olan güzellik kuyusunu. Bir kuyu gördümse rüyamda, Yusuf’un artık bir rüyadan öteye geçemeyeceğinin iktibası olmasın bu terkip. Güzellik kuyusundan bulanık sular çeken necis adamların kirlettiği aşk yüzünden, aşkı bende kirletme Rabb’im. Kalbime indirdiğin sızıyı rüzgarlara râm eyleyip tutunayım aşkın sığırtmaç eteklerine. Çünkü cennetin çilingiri aşk ise kilidi de aşık’tır. Beni hercümerc bir yağmura musâddık eyleyip aşktan ırak tutma ey aşk’ın sahibi. Ve sen, ey cilbâbına dolandığım asûde sevgili. Göğümde parçalanan şimşeklerin gürültüsünden korkma. Kalbine huruç eden tüm ses ve ışıklar ardımda bıraktığım son bakışımdır. Bana baktıkça benim kalasın diye.
Hadi git artık,
bulutlar yol vermiyor yoksa gözlerime…
Şimdi
Gitmeden ölmek var
Ölmeden gitmek mi ?
Deli sende..

Akif Baltacı